Arap milliyetçi düşüncesinin trajedisi, Arap milliyetçilerinin bu fikri pratik hayata aktaramamış olmalarıdır. Oysa bugün birçok sol parti ve hareket, siyasi vizyonlarını başlangıçta milliyetçi bir temelden inşa etmişti. Arap dünyasının kurtuluşu Filistin’in kurtuluşuna giden yoldur; Filistin’in kurtuluşu da Arap dünyasının kurtuluşuna giden yoldur. Bu, bölge halklarının kaderiyle ilgili pek çok kritik mesele arasında karşılıklı bir diyalektiktir.
Antun Saade, Arap dünyasına hayali bir Arapçılık anlayışıyla değil, gerçekçi bir Arapçılık anlayışıyla baktı. Ona göre Arap dünyası aslında dört ulustan oluşmaktadır: Arap Yarımadası, Nil Vadisi, Mağrip ve Suriye. Her bir ulusun ortak özellikleri, tarihsel bütünlüğü ve kendine has sorunları vardır. Bu nedenle, her ulusun kendi başına kalkınması, yakın topluluklarını birleştirmesi ve ortak tarihini ve özelliklerini güçlendirerek güçlü bir ulus haline gelmesi gerekmektedir. Bu, geçmiş görkemlerini yeniden canlandırmaya yardımcı olacaktır. Her bir ulus birliğini sağladığında, doğal sonuç olarak milliyetçi düşünce onları ortak tehlikelere karşı birleşik bir Arap cephesine götürecektir.
Buradan şu sonuca varıyoruz: Saade’ye karşı çıkanların ileri sürdüğü “Sömürgeciler onu destekledi, çünkü o Arapçılığa karşıydı” iddiası yapay bir saflıkla üretilmiş kısır bir fikirdir. Bu iddia aptallık mıydı, yoksa bölgenin düşünürlerinin ve sıradan vatandaşlarının aklıyla alay etmek miydi? Fransız sömürgeciliğine Saade kadar direnen olmadı. Siyonizmin iddialarını Saade ve Suriyeli milliyetçiler kadar çürüten ve ona karşı savaşan kimse olmadı; onlar bağımsızlık ve işgale direniş uğruna pek çok şehit verdiler. Saade’nin olağanüstü basireti ve hikmeti, onun başkalarının göremediğini görmesini sağladı.
Onun ileri görüşlülüğünün en büyük kanıtı, ölümünden yirmi yılı aşkın süre sonra gerçekleşen başarısız Suriye-Mısır birliğidir. Saade’nin eserlerini okuyan herkes bilir ki, o hayatta olsaydı bu birliğin başarısızlığını kaçınılmaz olarak öngörecekti. Tıpkı o dönemde uygulanan, ithal fikirler üzerine inşa edilen ama ülkelerin tarihsel koşullarını dikkate almayan başarısız kamulaştırma ve başarısız sosyalizm gibi… Ayrıca birlik, Suriye ve Mısır’ın toplumsal ve ekonomik yapılarındaki derin farklılıkları da göz ardı etti. Sonuçta ayrılık, tüm bu çelişkilerin kaçınılmaz sonucu oldu.
Bugün ihtiyaç duyulan şey, düşüncelerimizi yeniden biçimlendirmek, yaşadığımız hayallerden sıyrılmak ve sorunlarımızı duygusal değil akılcı temelde çözmektir. Arap milliyetçiliğimiz bugün Arap sokağının birliğinde yatmaktadır. Peki bu, halk Arapça konuştuğu için midir? (Bazılarının—örneğin İslami partilerin—milliyetçiliği böyle yorumladığı gibi). Elbette hayır. Bölge halklarının kökeni tek olduğu için mi? Kesinlikle hayır; zira Arap dünyasını oluşturan dört ulusun kökenleri birbirinden farklıdır. Ortak bir tarih, gelenekler veya bağlar sebebiyle mi? Bu da kesinlikle hayır. Bugün bütün Arap uluslarını birleştiren şey, ortak bir hedef ve ortak bir çıkardır: Arap bölgesinin kaynaklarını ve zenginliklerini kontrol eden küresel emperyalizmi ortadan kaldırmak ve Arap dünyasının bünyesine yerleşmiş bir kanser gibi tüm çıkarlarını tehdit eden Siyonizmi yok etmek.
Harekete geçebilmek için birlik şarttır. Birlik sağlamak için ise Arap toplumunun tüm kesimlerini kapsayan ortak bir düşünce gereklidir. Bugün Amerikan-İsrail-Siyonist emperyalizmine karşı mücadelede, Arap olmayan ülkeler de yanımızda yer almaktadır: İran, Pakistan, eski Pers diyarları ve bazı Afrika ülkeleri… Tüm bunlar çatışmayı daha üst bir seviyeye, sadece Arap değil küresel bir seviyeye taşımaktadır. Bu da, bu enerjileri bir araya getirecek bir düşünce üretmemizi zorunlu kılmaktadır—elbette en geniş taban olan Arap temelini kaybetmeden.
Hassan Safvan Dalati
2009-07-23
